Uludağ’ı Bir De Bahar Da Görmeli

Uludağ Bursa
Paylaş
 

Bir cumartesi sabahında uykum erkenden terk etti beni. Yatakta çarşafla dans etmek yerine acelece giyindim ve evden dışarı attım.  “Ne yapmalı ne etmeli ?” diye düşünürken kendimi Bursa yollarında buldum. Aslında ne arayacağımı bilmiyordum. Ne bulursam onunla oyalanacaktım. Belki de kendimi bulurum diye düşündüm kalabalık şehri arkamda bırakırken.

Sahi neden gidiyordum ki Bursa’ya ? Kış olsaydı Uludağ’a çıkardım. Dönüşte de “Kaseyi zedeledik yine !” diye açardım lafı. Ama kış değildi. O anda kafamda ampul beliriverdi. Neden baharda Uludağ’ı görmeyeydim ki? Her seferinde karla kaplı iken gidiyordum Uludağ’a.  Bir kere de Uludağ’ın duvağını kaldırıp altındaki güzellikleri görsem çok muydu bana ? Belki de zıplayan tavşanlar, mantar toplayan çocuklar görürdüm Uludağ’ın eteklerinde. Belki de sessiz sedasız yol kenarında yürüyen başı yazmalı köy dilberine aşık olurdum. Ah ne iyi olurdu, platonik aşk gibisi yoktur değil mi ?

Ben bu düşüncelerle vitesi kavrarken güneşte tepemde yükselmeye başlamıştı. Camı araladım, Ray-Ban’ları gözüme iliştirdikten sonra gaza dokundum. Bu sefer Bursa’nın içiyle ilgilenmeyecektim. Kendimi vuracaktım dağlara. Yok muydu sis çökmüş yamaçlarda bana yer ? Elbette vardı. Eteklerinde bin bir nevi canlıyı barındıran Uludağ’a ben de sarılacaktım tabi ki!

Cumalıkızık

Cumalıkızık

Derken Cumalıkızık’e geldim. Eski dönem filmlerinin çekildiği yerdi burası. Şanslıysam film kadrajına kelleyi sığdırıp arka plan figüranı da olsa, bir anlığına dizi artisti olabilirdim belki. Ama olmadı. Film falan çekmiyorlarmış. (!!) Ama daracık sokaklar, Osmanlıyı anlatan panjurlar beni mutlu etmeye yetti. Köy ağasına (!) görünmemeye çalışarak arabadan inip tarih kokan sokaklara attım kendimi.

Bu arada sabahtan beri bir şeyi atladığımı fark ettim. Midem Mozart’ın 40. Senfonisini çalmaya başlamıştı. Kahvaltı yapmayı unutmuştum yahu ! Gözlerim kahvaltılık ararken minik bir canlıya rastladım. Bir elinde çikolata diğer elinde saç tokası, olanca kuvvetiyle yokuş aşağı koşan 5-6 yaşlarında tıknaz bir oğlan çocuğuydu bu. Bir şeylerden kaçtığı belliydi.  Geriye bakayım derken ayağı taşa takılıp yüzüstü düştü.  Kafasını kaldırınca manzara epey kötüydü, ama elindekileri bırakmıyordu. Peşinden ablası geldi. Yerdeki kardeşini kaldıracak yerde oğlanın elinden demin kaptırdığı pembe saç tokasını almaya çalışıyordu:

-Oh olsun işte. Bir daha ablana karşı gelme !

Çocuğu yerden kaldırmak bana düştü. Arkasından sordum:

-Yemek yenecek bir yer var mı burada ?

-Bizim ev az yukarıda, götüreyim seni !

-Yok, lokanta gibi bir yer var mı diye sordum.

Çocuk sözlerimi anlamamış gibi öylece bakakaldı. Ablası imdadıma yetişti:

-Aşağı doğru devam et, karşına çıkar.

Kahvaltımı Cumalıkızık’ta yaptıktan sonra yeniden yola düştüm. Mideme organik gıdalar teşrif edince alıcılarım daha bir net çekmeye başlamıştı.  Muhteşem yol manzarasını yudumlaya yudumlaya Saitabat’a vardım. Burayı pek bir beğendiğimi itiraf etmeliyim. Keşke kahvaltıyı burada yapsaydım derken saatin zaten 13’e geldiğini görünce yol kenarındaki bir mekana iliştim. Sanki demin hiç kahvaltı yapmamış gibi önüme gelen lezzet deryalarının hakkını verdim.

Bursa Saitabat

Saitabat

Buranın adını daha önceden hiç duymamıştım. Kendime söz verdim. Sonraki Bursa gezimde yine Saitabat’a geleceğim.

Akşam olmadan Uludağ gezimi tamamlamalıydım. Bu yüzden sisli tepelere doğru kıvrılarak akan yola düşmekte acele ettim.  Yer yer minik şelaleciklere dönüşen pınarlar büyükşehir kasvetine bulanan ruhumu yıkıyordu.

Az sonra ölümsüzlük abidesi gibi gökleri delen ulu ağaca rastladım. Kim bilir kaç yüzyıllıktı. Dalları dua eder gibi göğe yükseliyordu. Baharda Uludağ’a gelmenin akıllıca olduğunu bir kere daha teyit ettim.

Bursa Köyleri

Bursa Köyleri

Birkaç kere arabadan inip ormana daldım. Serindi buralar. Aynı zamanda ıssızdı. Tırstım, aşk şarkıları şakıyan bülbüllere kanmayıp geri döndüm. Nemelazım, geziyoruz sadece, belamızı aramıyoruz, değil mi!

Son olarak Uludağ’dan Bursa çok farklı görünüyor. Yükseklerden ovaya bakarken Sanki Zeus olmuşum da kendi halinde gezinen ölümlüleri uzaktan kesiyormuşum gibi geldi. Bu da yükseğe çıkmanın verdiği ego olsa gerek. Sonra ne mi yaptım ? Ne yapacağım, gerisin geri yola koyuldum. Doğadan payıma düşen hissemi almış, gönlümü doyurmuştum. Çıktığım yolları usul usul tadına vara vara geri indim. Cumalıkızık’tan bir daha geçtim. Bu sefer oğlan ablasını kovalıyordu…

Bu yazı 1148 kere okundu.
  • Site Yorum

Bir yorum bırak

YAZAR HAKKINDA

Mobil Sürüme Geç